17 Aralık 2012 Pazartesi

Askerler

Çorum'un Osmancık İlçesi'ndeki Askerlik Şubesi'nde nöbet tutan, 20 ve 21 yaşındaki iki asker arasında çıkan tartışma kanlı bitti. Ellerindeki piyade tüfekleriyle birbirlerine ateş eden askerlerden biri yaşamını yitirdi, diğeri yaralandı. Çorum Vatan Gazetesi 17 Aralık 2012
  
Akşam haberlerinde yer alan, askerde bir araya gelen iki gencin hayat hikâyesi... Nöbet tutmaya başlıyorlar. Aralarında bir nedenden sorun çıkıyor. 20 yaşındaki arkasını dönüp giderken, 21 yaşındaki silahını ateşliyor, onu arkasından, tam kalçasından vuruyor.  Vurulan yere düşüyor. O da can havliyle silahına sarılıp rast gele ateş ediyor. 21 yaşındaki iki kurşunla vurulup orada ölüyor. Kalçasından vurulan hastanede şimdi.

Bir sene arayla annelerinin rahminden dünyaya doğan iki genç askerde birbirilerini vuruyor. Doğduktan bu yaşa gelene kadar ne kadar çok aşağılanmışlardır kim bilir. İçlerinde oluşan yetersizlik, küçük düşme korkusu kim bilir ne büyüktü ki genç yaşlarında ellerine bir silah alınca onu güç belleyip, bir kavgada kullandılar. Bu mahalle arası bir kavga olsaydı yumruklaşırlardı veya birinin üzerinde bıçak varsa bıçak çekebilirdi. Ama ellerine aldıkları silah onlara daha büyük bir güç vermiş olmalı ki biri öldü, diğeri hastanede.

Hastanedeki gencin daha sonra yaptığı açıklamaya göre, aynı kızı seviyorlarmış. Yani sevgi adına birbirilerini vurmuşlar. İnsan insanla olan problemini çözemedi… Çünkü kendisiyle olan problemleri çözemedi henüz. Korkuları, aşağılık duyguları, sahiplenme duyguları, değersizlik hissi o kadar büyük ki sevgiyi perdeliyor, insan kendi gerçeğini bilemiyor bir türlü. Kim ölü kim yaşıyor belli değil bu dünyada.

Aslıhan Özen

15 Aralık 2012 Cumartesi

Kaza

Bu gece zamansız kapı çaldı.
Şaşırdım.
Kapının otamatına basarken görüntüye baktım kim geldi diye.
Saçları yüzünü örtmüş zayıf bir kız vardı apartmanın kapısında.
Sensin sandım.
Ağlıyorsun,
Ağlanmanın verdiği cesaretle en nihayet geldin sandım.
Kalbim heyecanlandığının işaretini verdi.
“Olabilir mi?” dedim kendi kendime.
Sanırım o sırada gözlerimi kocaman açmıştım.
Bütün yüzüm tek bir göz gibiydi.
Evin kapısını açtım.
Asansörün ışığına baktım.
Bir alt katın ışığı yanıyordu.
“Katı şaşırmıştır,” dedim.
Az sonra alt katta asansörün kapısı açıldı.
Hiç de sana benzemeyen bir kız indi.
Fiziği biraz anımsatıyordu ama huyu sana benzemiyordu bence.
Sen olmadığını anlayınca biraz ters baktım sanırım.
“Bilmem kimlerin evi neresi?” dedi.
“Bilmiyorum!” dedim çat diye kapadım kapıyı.
O beni geçimsiz, suratsız bir komşu sandı.
Ben onu sen sandım.
Kabalığımın arkasında hayal kırıklığı vardı aslında.
Nerden bilsin kızcağız. Anlayamadı, biraz da suçlu gibi gitti.
E ben de ne yapayım.
O sırada başka bir şey yaşıyordum.

Aslıhan Özen

11 Aralık 2012 Salı

Yaratmak


Düşünceni değiştirirsen yaşamın değişir. Düşünceler, hayaller yaşamı cennet veya cehennem yapabiliyor. Aslında bu sadece bir seçim meselesi. Cehennemi seçip "Bu ateş de ne?" dememeli insan. Seçim cennetten yana olunca sevgi, özgürlük, huzur insanın tüm hücrelerinden önce kendine sonra yaşama akıyor. Sanıldığından çok daha basit bir seçim bu. Senaristin de oyuncunun da insanın kendisi olduğu yaşamda, Tanrı insana sonsuz sevgisiyle sonsuz özgürlük vermiş. Hiç bir şeye müdahale etmiyor. Mutluluğu da mutsuzluğu da insan kendisi seçiyor, yaratıyor ve yaşıyor. Her sabah açılan gün boş bir tuval, düşünceler ve hayaller elimizdeki fırça, çizdiğimiz resim ise seçimlerimiz ve sonuçları. Düşünceni değiştirirsen yaşamın değişir...

Aslıhan Özen
Dert etmezsen derdin olmaz.

Aslıhan Özen

3 Aralık 2012 Pazartesi

Sonsuz

Sevgi özgürlüktür.

Kadın, erkek kimseyi kıskanmadığın,
Öfkenin seni yakmadığı,
Hiçbir şeyden korkmadığın,
Hiçbir şeye ve hiç kimseye bağımlı olmadığın,
Sakin, altın bir göldür sevgi kendi içindeki.
İstediğin zaman kenarında oturduğun,
İstediğin zaman ayaklarını altın sularına usulca soktuğun.

Sevgi kendi içindeki çeşmeyi bilmek
Açıp kana kana içmek ve içmektir.
Artık bir daha susuz kalmayacağını bilmendir.
Yıllar önce kalbine ektiğin tohumun nihayet meyve vermesidir.
Önce kendine yetmek
Sonra artmaktır.

Kendine temas ederek Tanrı’ya temas etmektir.
Yaşama değmek
Erimek
Toprağa
İnsana
Hayvana karışmaktır.
Yaşamın, senin içinde sonsuz akması
Hiçbir zaman ölmeyecek olmandır...

Aslıhan Özen

26 Kasım 2012 Pazartesi

Delirme Zamanı

Geçmeyeceksin karşısına bazı şeylerin. Mesela denizin karşına geçip ufku seyredebilirsin. Güneşin karşısına geçip, o dünyanın bir diğer tarafına doğmak üzere giderken gözlerini renkleri ile doldurabilirsin. Eğer kendi iyiliğini istiyorsan bazı şeylerin karşısına geçmeyeceksin. Dramsız yaşayabilecek kadar geriye dönebildiysen, yanında olacaksın zamansız ve koşulsuz. Hep devam edeceksin, hep akacaksın, hep çoğalacaksın, oydu buydu demeyeceksin.


Seveceksin.
Ama nasıl biliyor musun?
Tüm hücrelerin tek tek titreşene kadar
Saçlarının her bir kökü parıldayarak,
Nefesin boğazından bir rüzgârın bahçelerde esmesi kadar rahat süzülene kadar
Çetele tutmadan
Sadece seveceksin
Sadece.

Aslıhan Özen

24 Kasım 2012 Cumartesi

İnsan Deyip Geçme

Ağacın en tepesindeki yaprak hiçbir zaman alttaki yaprakları küçümsemez.

Hiçbir çiçek diğer çiçeklerle kendini kıyaslayıp güzelleşmez veya çirkinleşmez.
Kuşların birbirilerini aşağıladıkları hiç görülmemiştir.
Hiçbir deniz diğer denizle gücünü karşılaştırmaz.
Hiçbir balığın aklında başka bir balığa olan kini barınmaz.
Ve hiçbir kar tanesi bir diğerine, tıpkı kendisi gibi olması gerektiğini,
Kendisine benzemeyenin yanlış olduğunu söylemez.
Doğa tanrısallığın ifadesi olarak dünyada tüm çeşitliliği ile dengede yaşar.
Biz insanlarsa,
Yargılarız, aşağılarız, büyükleniriz, ayırırız, kıskanırız, sahipleniriz, bölüşemeyiz, öç alırız,
Kendimizi doğrulamak için tek tip yaşam ve tek tip insan isteriz.
Tanrı’nın adıyla bölücülük yaparız.
Dinleri savunur, kitaplarla kanıt sunarız.
Enteresan olan şudur ki;
Dünyadaki en huzursuz canlı insanken
Yine de ışığı dünyaya ve evrene çeken,
Kendi aslına yolculuk yaparak tüm dengeleri değiştiren yine insandır.

Aslıhan Özen

23 Kasım 2012 Cuma

Sabah mırıltısı

Müzik ve yazmak hayatımı kurtarıyor.
Ayarlarımı fabrika ayarlarına döndürüyor.
Kendimi daha iyi anlıyorum.
Kendimi anladıkça da kendi hapishanesinden kaçan bir tutsak gibi özgürleşiyorum, seviniyorum.
Sanki deniz hemen önümdeymiş de hiç bakmamışım
Veya gökyüzü tepemdeymiş de hiç kafamı kaldırmamışım
Sanki dünyayı gözlerim ilk defa görüyormuş gibi ferahlıyorum.
Müzik ve yazmak beni bana geri veriyor.

Aslıhan Özen

21 Kasım 2012 Çarşamba

Tohum

Beni önce usulca içine alıp, daha sonra tekrar doğuracak toprağın altında geçirdiğim zaman süresince yağan yağmurlarla büyüdüm. Henüz dışarı çıkmamış olmama rağmen toprağın ısısından gece mi gündüz mü ayırt edebiliyordum. Gece de gündüz de benim için bir daha aynısını görmeyeceğim bir rüya kadar güzeldi. Sürekli büyüyordum. Büyüdükçe sırtımda toprağın nemini hissetmeye başladım. Gün geçtikçe başım, ana rahminden çıkmak isteyen bir çocuk gibi toprağı zorlamaya başladı. Bir sabah güneş doğup toprak sıcakken, bedenim tüm gücüyle toprağı itti. Ve başımı dışarıya çıkarttım. Üzerimde doğumuma sebep olan toprağın izleri vardı. Köklerim ise az derinde kendine tutunacak yer bulmuştu. Körpe bedenim üzerindeki başım toprağa dönük doğruldum ve gün ışığını ilk defa o gün gördüm. Etrafta envay çeşit koku vardı ama bir tanesi çok baskındı. Bu ılgın ağacının pembe çiçeklerinin kokusuydu. İşte o zaman bir ılgın ağacının hemen altında yeşerdiğimi anladım.


Etrafta neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, yaşlıca bir adamla genç bir delikanlı beni ezmeden yanımdan geçip ağacın altına, yere oturdular. Delikanlın başı benim gibi öndeydi. Suçluymuşçasına bir havası vardı. Yaşlı adam daha rahat görünüyordu ama biraz sinirli gibiydi. Sesini ayarlamaya çalışarak konuşmasından bunu anlayabiliyordum. Dedi ki: “Evlat, sen bir tarafsın. Tarafsın derken, kimseye karşı değilsin ama sen bir tarafsın. Sen Tanrı’nın tarafındasın. Yürüdüğün yola sen ihanet edersen, yollar seni nasıl beslesin, büyütsün? Seni nasıl taşısın aydınlığa? Nasıl güvensin sana? Ya sen nasıl güveneceksin kendine? Bu işin buçuğu olmaz. Ayrıca buna mecbur da değilsin. İster yap, ister yapma ama kıvırıp durma.” Bunu söyledikten sonra cebinden filtresiz bir sigara çıkarttı, yaktı. Delikanlı suçunu bilir gibi başını öne eğmiş, el parmaklarını eğip büküyordu. Belli ki zor durumdaydı. Yaşlı adam sesini biraz daha sertleştirerek “Anladın mı söylediğimi, ses etsene!” dedi. Delikanlı o zaman ilk defa konuştu. “Evet anladım. Ama ben de bir insanım en nihayetinde, bazen hata yapabilirim.” Yaşlı adam bir elini toprağa dayadı, burnunu delikanlının kulağına sokana kadar ona yaklaştı. Nefesi boynuna ulaşınca delikanlı olduğu yerde omuzlarını korkuyla içeri doğru çekti. Yaşlı adam dişlerini sıkarak, “Ulan deyyus! Hata dediğin yanlışlıkla yapılır. Bile bile yaptığına hata değil ibnelik denir!” Bu sözden sonra ikisinden de bir daha ses çıkmadı. Delikanlı söyleneni anlamış olmalıydı ki sessizce başını salladı. Az sonra da kalkıp gittiler.

Onların gitmesiyle etraf tekrar sessizliğe gömüldü. An be an doğrulan başım topraktan milim milim ayrılırken insanların dünyadaki hallerini düşünmeye başladım. Onlar da, ben de, şu ılgın ağacı da, onun üzerinde şakıyan kuş da dünyaya Tanrı için gelmişken, o yoldan ayrılmaya, bataklıkta çürümeye ne gerek var? Tohumsan yeşereceksin. Ağaçsan gölgeni, yemişlerini, yapraklarını sunacaksın yaşama. Göklerde uçan bir kuşsan şarkını söyleyeceksin.
Ve eğer insansan, dünyada yaşarken kendi aslını bileceksin. Bu yolun ve yolculuğun kıymetini bileceksin. Kendine ihanet etmeyerek yoluna ihanet etmeyeceksin. Sevmeyi bileceksin ve seveceksin. Seçimlerin kendine veya dünyaya zarar vermeyecek. İçinden çıktığın bataklığa tekrar girmeyeceksin. Kör bir insan yolda yürürken yanlışlıkla bataklığa girebilir ama gören ve bilen insan göz göre göre bataklığa, hem de içinden çıktığı aynı bataklığa giriyorsa, işte o zaman bu hata değildir. Bu bataklık sevdasıdır. Ve bir insanın içinde hem bataklık hem aydınlık aynı anda yeşermez.

Aslıhan Özen

19 Kasım 2012 Pazartesi

Tek bir ihanet var, o da insanın kendine ihanet etmesi. Bundan ötesi gelir geçer dünya halleri.

Aslıhan Özen

16 Kasım 2012 Cuma

Gölge

O, kendisinin ağaç olduğunu bilir.
Dallarının üzerindeki her bir yaprağın farkındadır. Her bir yemişin de.
Yaprakları rüzgarda salınırken üzerine konan kuşları bilir.
Karga da konsa, bülbül de konsa onun için aynıdır.

Köklerinin toprağın derinliklerinden suyu içişini hisseder her daim.
Bedeninden taşır, en tepedeki körpe yaprağına kadar ulaştırır.
Bunu yapanın kendisi olmadığını bilir.

O nerden geldiğini bilir.
Ona bu yaşamı sunan büyüklüğün karşısında küçülmez ama böbürlenmez de.
Aynı olmadığını bilir ama hiyerarşik bir fark gözetmez, kendi değerini küçültmez.
Kendi değerini büyütüp olmadık yerlere de gitmez.

Gölgesinde dinlenmeye gelenlere karşı cömerttir.
Tüm yemişlerini bölüşür ama bunun hesabını yapmaz.
Tek bir yemişi de kalsa veya hiç kalmasa da aç kalmaktan korkmaz.
Çünkü o gerçeği bilir. 
O, bildiği o gerçeğin dünyadaki yansımasıdır.
Yoldan hiç bir zaman ayrılmaz.

Perdenin iki tarafını da bilir.
Eğer siz ona karşı saygısızlık ederseniz keyfi azalır.
Ama bunu siz bilmezsiniz.
Çünkü o müdahale etmez.

Gün gelip olur da o ağaca zarar verseniz bile, tekrar gölgesinde oturma şansınız vardır.
Ama bu onun unutkan olduğunu göstermez.
O sadece yargılamaz.
O öbür yanağını dönmenin ta kendisidir.

Onun bütünlüğünün atmosferinde yaralarınız iyileşir.
O gölgede oturmak bu dünya dönmeye başladı başlayalı bir insanın başına gelebilecek en güzel,
en sevgi dolu
en eşsiz şeydir.
Çünkü insana sadece gölgesini vermez,
İnsana kendi aslını hatırlatır
ve insan eğer isterse bunu alıp kendi gölgesini yaratır.

Aslıhan Özen

18 Ekim 2012 Perşembe

Dünyadan evrene sesler

Sesler ne kadar güzel. Duyuyor olmamız canlı olmamızdan. Ne güzel.
Çaydanlığın sesi
Cama çarpan sineğin kanat sesi
Ucunda Fatma Teyze olan elektrikli süpürgenin sesi
Gece yarısı üst kattaki komşunun öksürüğü
Yeni tanıştığın birinin kendine has sesi ve vurgulamaları
Emmanuel Pahud'un çaldığı flütün sesi
Annem eve dönünce kapının açılma sesi
Lirik Nefesler'in bir arada çıkarttıkları sesler
Benim iç sesim
Hepsi yaşamın sesleri
Benim tatlı yaşantımın sesleri

Aslıhan Özen



Bir Çiçek

Bir varmış bir yokmuş. Aslında hep varmış da, bir varmış bir yokmuş gibi görünürmüş. Günlerden bir gün kız dağlarda gezinirken daha önce hiç görmediği bir çiçek görmüş. Çiçeği uzaktan görür görmez daha önce böyle bir çiçek görmediğini fark etmiş, adımlarını hızlandırıp hemen yanına varmış. Onu incitmeyeceği bir mesafede, yanına, toprağın üzerine oturmuş hemencecik. Güzelliğini seyre dalmış. Önce ince ama güçlü dalına bakmış. Topraktan aldığı suyun bedeninden yapraklarına çıkışını hissetmiş. Sonra yapraklarının rengine ve incecik dalının üzerinde kendine özgü güzelliğiyle duran başını seyretmiş. Ona konan arıları hayal etmiş. Bakışlarını aşağıya kaydırarak toprakla birleşen köklerine bakmış. Bütün gücüyle toprağı tutan köklerine. Tam dalmış çiçeği seyrederken arkasından bir ses gelmiş, “Yere oturma üstün kirlenir.” Kız bakışlarını çiçekten ayırmadan hafifçe başını sağa çevirmiş. Ardından hiç aldırış etmeden tekrar çiçeğe dönmüş. Sözü söyleyen kişi yanından geçip gitmiş. Kız etraftaki diğer çiçeklere bakmış. Hepsi aynı gibi görünen ama aslında birbirinin eşi olmayan çiçeklere. İçinden “Tıpkı biz insanların parmak izi gibi…” Diye geçirmiş. Demin ona söz söyleyen kişi ileriden dönüp kıza bakmış. Sesini yükselterek bağırmış. “Sana söylüyorum! Üşüyeceksin. Küçük bir çocuk gibi ne oturmuş çiçeğe bakıyorsun.” Kız bu sefer söyleneni duymayacak derecede algısını kapatmış. O sırada dağda hafif bir rüzgâr esmiş. Rüzgârın sesi ağaçlara, otlara, tüm bitkilere değerek bir şarkı mırıldanmış. Kız rüzgârın şarksını dinlemiş.


Bir zaman sonra ileriden çoban ve sürüsü görünmüş. Koyunlar çan sesleri arasında otluyormuş. Çoban şöyle bir koyunlarına bakmış. Saymış. Kıza doğru yaklaşmış. Kız ve çoban birbirlerine bakarak gülümsemişler. Çoban hiç ses etmeden yere çökmüş, o da çiçeğe bakmaya başlamış. Bir müddet sonra kız derin bir iç çekerek ayağa kalmış. Tam yol almış giderken çoban seslenmiş, “Çiçeğin dilini anlayan bir insan, korkunun olmadığını bilir. Korkunun olmadığını bildiğini bil küçük kız.” Kız bu söz üzerine bir an durmuş. Ayakları tıpkı o çiçek gibi toprağa kök salmış. Toprağın ona sunduklarını bedenine çekmiş. Bir rüzgâr esip saçlarını hafifçe kımıldatmış. İki elini göğsünün üzerinde birleştirip, hafifçe öne eğilip çobanı selamlamış. Ardına dönüp yola devam ettiğinde o artık bir an önceki kişi değilmiş. 


Aslıhan Özen

11 Ekim 2012 Perşembe

Tohum

Madem yaşam özgürce resmedeyim diye bana sunulmuş bir tuval,
Madem sonsuz ve sonsuz sevilerek her gün bir kez daha doğuyorum,
Madem istediğimi düşleyebiliyorum,
Madem yaşam benim tarlam ne istersem ekebileceğim
O zaman Tanrım, senin sonsuz sevgini tatmayı ekiyorum
ve senin sevginle suluyorum o tohumu.

Aslıhan Özen




4 Ekim 2012 Perşembe

İyi hoca



Almaya çalıştığın şeyin adı bir cevap değil. 
Değerli misin, değil misin onun araştırmasını başka insanların üzerinden yapıyorsun. 
Eğer karşındaki iyi bir hocaysa bunu sana vermeyecektir. 
Çünkü O, senin uyuşturucuyla uyumanı değil, bir idrakle uyanık olmanı tercih eder.

Aslıhan Özen
Olduğunu sanman, olmadığının işareti.
Çünkü olan oldum demez.
Kapattığın bir çukurun üzerinden geçerken "Burada bir çukur vardı, ben de kapattım," demediğin gün
Ancak o gün o yol senin için dümdüzdür.

Aslıhan Özen

Pusula

Eğer ne yaşayacağımızı önceden bilseydik, yaşam denen oyun olmazdı. Tıpkı saklambaç oynarken nereye saklandığımızı ebe bilseydi saklanmamıze gerek kalmayacağı gibi. O zaman oyun bozulurdu, olmazdı.

Yine de biz dünya gezegenine inmeyi seçince, Tanrı hepimizin kalbine bir pusula yerleştirdi. Bu pusula aslında çocukluğumuzda çok net bildiğimiz ama büyüdükçe unuttuğumuz araçlardan sadece bir tanesidir. Büyürken bozulup, daha sonra eğer seçersek başa dönme yolculuğumuzda o pusulayı tekrar hisseder oluruz. O pusula "İçimden bir ses dedi ki..." diye başlayan cümledir bazen. Bazense hiç sebebini bilmediğimiz halde direksiyonu kırdığımız diğer taraftır.

İçimizdeki ses bazen sosyal ilişkilerden haberler verir, bazen de bize sadece kendimizle ilgili bilgi verir. Ben o bilgiyi okumayı seviyorum. Ama bunun için insanın kendine dürüst olması ve pusulasının hep Tanrı'yı - Sevgi'yi göstermesi gerekiyor. Yoksa okuduğumuzu sandığımız şey bizi aslında yolun kenarına atıyor ve bunu da görebilmek için yine kendimize dürüst olmamız gerekiyor. Neyse... Benim pusulam bugün bana bir şeyler diyor. Kafa karışıklığı okumaya engel, berrak olmak lazım. O yüzden ancak gecenin bu zamanı biraz daha seçebilir oldum onu. Şuna benzer şeyler diyor: "Al sana bir sürü fırça. Renkler de sonsuz sayıda. Elindeki palete kendinle ilgili ne çizmek istersin?" Kişiye özel bir cevap olduğu için buraya yazmak istemiyorum. Pusulam öyle dedi. Cevap kalbimde, Tanrı'yla, yani en yakın dostumla benim aramda.

Aslıhan Özen


2 Ekim 2012 Salı

Biliyorum. Öyleyse var mıyım, yok muyum mesele değil.

Aslıhan Özen

20 Eylül 2012 Perşembe

Bir şeyi; mesela mektubu, çiçeği, bir hediyeyi, güzel hisleri sadece vermekle, verip karşılığında bir şey beklemek arasında ne büyük bir fark var. Ne kadar güzel sadece vermek. Bir insana değil de Tanrı'ya sunar gibi. Usulca evrene bırakır gibi. Yaşamı taçlandırmak, sonra arkanı dönüp gitmek gibi. Sadece sevmek gibi. Tıpkı Tanrı'nın aramızda çağlayarak akması, yol boyu akan nehirlerin etrafı yeşertmesi ve akıp akıp gitmesi gibi...

Aslıhan Özen

9 Eylül 2012 Pazar

İnsanın kendine ettiği en büyük zulüm, kendi değerini kendisinin bilmemesidir.

Aslıhan Özen

5 Eylül 2012 Çarşamba

Temple of the King



Ömürlerimiz güneşin sabah doğması gibi tam da vaktinde
Ne güzel.

Tıpkı tırtılın kozasından çıkıp kelebek olması,
Yumurtanın çatlayıp yavru kuşun çıkması gibi
Her şey tam da vaktinde.

İnsanın içindeki o sonsuz çeşmenin akması gibi
Ne güzel bir yaşam akıyor her gün.
İçindeki serin sulardan içebilene ne mutlu,
Özgürlüğü, sevmeyi bilene ne güzel hayat.

Kendini arayan, kendini bulan ve başa döndükçe
Hiçbir eyleme gerek kalmadan,
Yürümeden uçana ne mutlu.

Aslıhan Özen

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Yaşam benim tarlamdır.
Dünya ise benim aracım Tanrı'nın düşü için.

Aslıhan Özen

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Kendi değerini bilemeyen, hep değerinin bilinmemesinden yakınacak.
Kendini sevmeyen, hep sevilmemekten
Kendini kabullenmeyen, dışlanmaktan dem vuracak.
İçerisi hallolmadıkça dışarısı aynen kalacak.
Çünkü özgürlük dışarıda değil içeridedir.
Çözüm içeridedir.
Kaynak insanın kendisidir.
Ana vanayı kapatıp damlayanlarla idare etmeye çalışmak ne büyük bir fakirlik.

Aslıhan Özen

16 Ağustos 2012 Perşembe

Arap saçı


Bazen yaşam o kadar birbirine girer ki, kıvırcık saçlarını yıllarca taramamış bir kızın saçı gibi düğümlenir. Bir iki debelenirsin ha çözdüm ha çözeceğim diye, bir de bakarsın ki çözmek ne kelime gitgide düğüm olmuşsun. Bir sürü şey bildiğin halde o düğüm büyür büyür, saçlardan kalkar boğazına düğümlenir. Ha yuttum ha yutacağım derken, bir bakarsın düğüm kaybolacağına daha da büyümüş. Oradan midene gider. Zamansız mideni ayağa kaldırır.  Gözlerinin gördüğü yer artık karşı komşunun camı değil, tuvaletin deliğidir. Tüm düğümleri kusarsın oraya. Bedeninin yorgunluğu ruhunun yorgunluğunu örter bir süreliğine. Midenin boşluğuyla ruhunun dinginliğini eş tutarsın kısa bir süreliğine de olsa.

İçtiğin sigaralar dişlerini ince ince sızlatır. Tedirginliğini diş fırçasına bırakırsın. Tımarlar gibi dişlerini fırçalarsın sanki ruhun temizlenecekmiş gibi. Her şey saniyelerle olur. Düğümler çoğalır, çoğalır… Bildiğin halde acıya meğillendiğini perdeyi sıyıramazsın. İnsan olma ezberin güçlüdür. Tanrı’ya dua eder, yardım istersin. Yine bir açıklık, yine bir aydınlık görür sonra yine karanlığa düşersin. Bu öyle tuhaftır ki, yılların şoförüsün ama yolda hep çukura düşüyorsun gibidir. Ha gayret bir daha yola çıkarsın “Lan ben manyak mıyım. Düşmeyeceğim işte bu çukura” dersin hopp tekrar düşersin. Çukura her düşüşünde elin kolun çizilir, kafanı direksiyona çarparsın. Kan saçlarını birbirine yapıştırarak kurur, aynaya bakmazsan görmezsin alnında kırmızı bir yol olur. Gözyaşların büyük bir villanın bahçesini sulayacak kadar akar. Bahçeler yeşerir, gönlün aydınlanmaz. Aydınlanamaz. Kendini kurban eden bir cellatsındır böyle zamanlarda. Ölen de sensin öldüren de.

Çaresizlik iyice dibe yapıştırınca artık anlarsın, olmuyor. Yaptığın her şey yanlış. Düğümleri çözemiyorsun. Bundan emin olursun. Çö ze mi yor sun. O zaman şöyle bir arkana yaslanırsın işte. “Hele bir oturayım” dersin kendine. Artık hasta da sensin hemşire de. Hemşire der ki, “Sen bir kayıksın akıntıda debelenen. Yorgunsun. Biraz uzan. Korkma uzan hadi.” Uzanırsın düğüm boğazında. Akıntı yavaşça seni sallar. Hoşgörülü ve naziktir akıntı. Güneş batar, ay çıkar. Güneş doğar yıldızlar saklanır. Gökyüzü köşe kapmaca oynarken sen kayıkta uzanır seyredersin. Yorgunluk etine kemiğine işlemiştir. Biraz dinlenmek… Biraz toparlanmak lazımdır artık. Yattığın kayıkta aklın kayınca düğümlere, hemşire ortaya çıkıverir tekrar. Der ki; “Çözümü göremiyorsun henüz. Bazı şeyler biliyorsun evet ama çözmene yetmiyor. O çözmeye niyetlendiğin şey öyle büyük bir ezber ki, bildiklerinden daha güçlü. Hele bir dinlen. Bak rüzgara, ağaçlara, kuşların gagasına, nehrin akıntısına. Dinlen… Çözmeye çalışma. İnsan elindekini arar mı hiç?”

Aslıhan Özen

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Zurnanın zırt dediği gün

Bkz: Entry 20
http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=zurnan%C4%B1n+z%C4%B1rt+dedi%C4%9Fi+yer

5 Ağustos 2012 Pazar

4 Ağustos 2012 Cumartesi

İnsanların bizim istediğimiz ve doğru bulduğumuz şekilde davranmasını beklemek ne enteresan bir bekleyiştir. Bunca çeşitin, bunca farklılığın, benzersiz parmak izinin arasında tek doğrunun bizimki olduğunu sanmak, hatta o doğru doğruysa bile başkalarının buna uygun davranmasını beklemek nasıl bir rüya?

2 Ağustos 2012 Perşembe

Ankara sadece bir şehir değil aynı zamanda bir ruh halidir.

Aslıhan Özen

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Bir insanin dunyada  kendini ifade ediş biçimi sırf bizimkinden farkli diye onu yargilamak, küçümsemek ve ayirmak, oncelikle bizim kendimize verdigimiz zarardir ve o insanin varligina saygisizliktir. Onun kendi tanrısallığını ifade ediş biçimini karalarken aslında kendimizi de karalıyoruz.

Aslıhan Özen

24 Temmuz 2012 Salı

Sevgili kelimeler,
Şükran doluyum size karşı. Etrafta salınıyorsunuz ve bizler onların arasından seçip özgürce cümleler kuruyoruz. Minnettarım size kelimeler...

Aslıhan Özen

19 Temmuz 2012 Perşembe

Yesua

Onun için söylenmiş ve söylenecek her söz eksiktir.
Çünkü o ilk kelamdır.

Aslıhan Özen

15 Temmuz 2012 Pazar

Bulut

Dedi ki: Hey, çocuk baksana.
Cevap verdi: Ben çocuk değilim.
Dedi ki: Çocuksun. Söyle çocuk, bir kızın yüzünde bulut olur mu?
Cevap verdi: Saçma bir soru bu.
Dedi ki: Saçmalama. Soruma cevap ver. Bir kızın yüzünde bulut olur mu?
Cevap vermedi...
Dedi ki: Bulut dediğin gözün üstündedir, ona kaş derler. Kaş gözün üstündeki buluttur. Senin yüzündeki bulut nerede biliyor musun çocuk?
Cevap verdi: Söyledin ya gözümün üstündeymiş.
Dedi ki: Hayır. Senin yüzündeki bulut, gözlerinin içinde.

Aslıhan Özen

Sümüklü Çocuk

Çocuk burnundan sümükler akarak, ağlayarak, vitrindeki bebeği işaret ediyordu.
Annesi ise ona bunu alamayacaklarını anlatmaya çalışıyordu.
Çocuk daha çok ağlamaya başladı.
Annesi çocuğa baktı. Sinirlenmedi, bir daha anlattı.
Çocuk ağlamayı kesti ama küskündü.
Yürüyüp gittiler.
İşte aynı öyleyim. Çocuk da benim, anne de benim, ama laf anlamıyorum. Çok garip

Aslıhan Özen

12 Temmuz 2012 Perşembe

Söylenecek sözlerin içi iyilik ve sevgi içermiyorsa, hiç söylememek daha iyi....

Aslıhan Özen

5 Temmuz 2012 Perşembe

Her bir anı beklemeden yaşayınca, her bir an süpriz olur. Ve tadı eşsiz olur.

Aslıhan Özen

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Halbuki
Hal bu ki

Kelimenin aslı ikinci yazımdaki gibi. Hal bu ki
Aziz Nesin işaret etmiş buna. Bana da kitap yazan bir büyüğüm anlattı. Evet mantıklı, kelime "Hal bu ki" a harfinde inceltme var. Ne güzel keliymiş. Hali açıklıyor, diyor ki;

"... Kadın araban indi. Sapsarı çiçeklerle bezenmiş uçsuz bucaksız tarlaya baktı. Hava çok serindi. Hal bu ki bir önceki geldiğinde tarih yine aynı olmasına rağmen, hava daha sıcaktı..."

Çok güzel kelimeymiş... Hal bu ki...

Aslıhan Özen

29 Haziran 2012 Cuma

Bir insanın kendisine yardımcı olmasına yardımcı olmak, ona ışığı işaret etmekten başka bir şey değildir. Onun yerine karar vermek, zorlamak, onun için en iyiyi bildiğini düşünmek, boşa çekilen bir kürekten daha boştur ve önce insanın kendisi için zararlıdır.

Aslıhan Özen

28 Haziran 2012 Perşembe

Bu sabah onlarca rengin arasında, kendine has bir renk olmanın mutluluğu var içimde.

Aslıhan Özen

23 Haziran 2012 Cumartesi

Hayal dostum, hayal kur


Mecazi yaraları vücudunu sarmış bir adam, dizlerinin üzerine yere düştüğünde etrafı bomboştu. Bir elini göğsüne, yarasının üzerine götürdü. Başını yere eğdi iyice. Gözleri susuzluktan çatlamış toprağı gördü. Kapadı gözlerini. Acısını dindirmek ister gibi elini biraz daha güçle bastırdı yarasına. Kımıldayacak dermanı kalmamıştı. Alnından damlayan birkaç damla ter düşüp, toprağın çatlağından sızdı. Kayboldu. Başını kaldırıp yola baktı. İsteği yoktu artık yürümek için.

Yorgundu konacak bir dal bulamayıp gökyüzünde hep uçmak zorunda kalmış bir kuş gibi.
Sırtındaki yükü indiren olmamış bir eşek gibi yorgundu.
Balını çiçekten toplamış da kardeşleri tarafından kovandan sürülmüş bir arı gibi doluydu, yükü ağırdı.

Durdu öylece orada. Hep burada duramayacağını biliyordu. Halsiz bacaklarının üzerine doğruldu. Gözünün önüne ölmek üzere olan bir ceylan geldi. Kalktı…

“Böyle olmaz, devam etmem lazım” dedi kurumuş dudakları isteksiz. Uçsuz bucaksız düzlükte yürümeye başladı.

Dağların yücesine çıktı. İyiyim artık, dediği an yine elini göğsüne götürdü acıyla.
Okyanus kıyılarına ulaştı. Manzarayı gören gözleri acısını unutunca düzeldim sandı. Beklemediği bir anda yine acıyla kıvranınca yıkıldı.
Şehre indi, kalabalıklara girdi. Olmadı.
Mağaralara gizlendi. Olmadı.
Ne yapsa olmadı. Yarası hep açıldı hep açıldı.

En sonunda buna gerçekten bir çözüm bulmak dileği ile bir ormana girdi.
Kendi yaralarını saracak kişinin ancak kendisi olduğunu bilecek kadar yaşamıştı hayatta.
Çok derin diplerden gelmişti bugününe.
Şifa için bakacağı ilk yerin kendisi olduğunu biliyordu.
Baktı…
Ormanın kuytu karanlıklarında gördüğü şey kendine kızgınlıktı.
İyi de neden? Dedi
Cevap gecikmedi: Hala bu halde olduğum için, zayıf olduğum, kendime yetmediğim için.

Şifaya ulaşmak için gerçeğe temas etmesi gerektiğini biliyordu. İlacının kendini sevmekte olduğunu biliyordu. Bunu hatırlamasıyla birlikte gözündeki bir perde kalktı, ormanı daha net gördü. Omuriliğinden aşağıya bir gevşeme hissi yayıldı. Derin bir nefes aldı… Verdi…

Yanındaki ağacın altında duran yosuna uzandı. Aldı. Göğsüne yarasının üzerine koydu. Yosunun canlılığı yarasına temas edince yaşamı hatırladı bedeni. Bir müddet öylece durduktan sonra yosunu dudaklarına yaklaştırıp fısıldayarak teşekkür etti. Ağacın altına bırakıp yürümeye devam etti. İnsanın kendi aslını bilmesi için yaşadığı bu gezegende, bunu henüz tam olarak bilemediği için kendini affetti. Bunun üzerine kendinde bu yarayı açması için katalizör olarak kullandığı kişiyi hayal etti. Onu bir masanın başında otururken gördü. İyiydi. Devam edebilen birisiydi o. Akışkandı. Onda bir sorun yoktu. Sorun kendisindeydi. Zaten bildiği bu dersini aldı, ezber etti.

İçindeki boşluğu gördü. O değersizliği, o yokluğu, o kocaman boşluğu. Ağlayası geldi, erkekliğine yediremedi gözyaşlarını tuttu. Bomboştu ve bu boşlukla yaşayamıyordu. Artık buna hiçbir yosun, hiçbir insan, hiçbir uyuşturucu iyi gelmezdi. Orası açıktı ve o açıklığa konacak tek bir şey vardı, insanın kendisi. Tanrı’nın sevgisinden kaynaklanan insanın kendine olan sevgiydi. Bunları düşünmesiyle o kendine yediremediği, akıtmaktan vazgeçtiği gözyaşları döküldü.

Kendini o kadar az hissediyordu ki nasıl koyacaktı o boşluğa.
Elinde ekmek olmayan birisi kuşa nasıl yem atardı
Meyvesiz bir ağaç nasıl çocuklara şenlik olurdu.
Sevgisi olmayan bir insan nasıl kendine sevgi verirdi…

Ormanın derinliklerinde bir kuş öttü uzun uzun. Kuşu görmedi ama hayalinde uzun kuyruklu, irice mavi siyah bir kuş canlandı. Kuşun gözlerinin keskinliğini gördü. Tüylerinin güneşte parlayışı sanki kuşu görmüş gibi hayalinde canlandı. “Kuşu hayal edebiliyorsam, kendim için de hayal kurabilirim” dedi. Bir hayal kurdu…

Dünyada yaşıyordu ama dünyanın adamı değildi.
Çevresinde insanlar vardı ama o hiç birine muhtaç değildi.
Kendini öylesine sonsuzca seviyordu ki ihtiyaçsızdı.
Kendiyle o kadar iyiydi ki kendi bedeninde evinde gibiydi.
Öyle özgürdü ki kimseyi sahiplenme isteği yoktu.

O adam
O gün o ormanda
Dünyaya eridi

Aslıhan Özen

22 Haziran 2012 Cuma

Duygusal Dilenci

Hepimiz dilenciyiz. Yalvararak ağlak bir ses tonuyla dileniyoruz, "Allah çocuklarınızı size bağışlasın. Kaza bela getirmesin. Size dua ediyorum, siz de karşılığında sevgi verin biraz Allah rızası için"

Aslıhan Özen
İnsanın kendisi için yapabileceği en büyük iyilik, kendisi gibi olmasıdır.

Aslıhan Özen

21 Haziran 2012 Perşembe

Yazılar - Kelimeler - Vazgeçmeme inadı

Yazı yazmanın bazı gıcık yanları var. Mesela bugün bir söz yazdım bir yere. Akşam oldu fikrim değişti. Halbuki yazarken pek doğru gelmişti. Yazıyorsun kalıyor, söylüyorsun birikiyor. Fakat bazı yazılar oluyor, onlar hep ilk yazıldıkları andaki gibi güzel oluyorlar. Buna örnek bir şiirim var. Ben o şiiri ne zaman okusam hep tamdır bana göre. O da şu şiir:

YEDİ BELA

Caddelerden çok ara sokakların adamıyım
ve bir villanın bahçesinde karnı tok bir köpek olmaktansa,
rızkını çöpler arasında arayan özgür bir sokak köpeği olmayı tercih ederim.

Güneşi arada bir sızdığı ağaçların arasından görmeyi
Ve ayı bulutları yırtarak tüm çıplaklığı ile görmeyi severim.

Gözlerim gördüğü her manzaraya uyum gösterirken
Gözlerimi kapadığımda gördüğüm manzara,
Yedi Bela'nın demlediği çayı yudumlarken, tepeden gördüğüm çay tarlalarıdır.

Yine de insan seviyorsa yazmaya devam etmeli. Küçükken denize taş atar kaydırırdık ya, sanki attığımız her taş en kıyak biçimde mi kayardı? Yooo. Ama yine de eğilir bir tane daha alır, bir kez daha atardık. Veya her zaman en doğru şeyi söylemiyoruz yaşarken. Ama yine de bir şeyler söylmeye devam ediyoruz. Etmeliyiz zaten. Bu insan olmaktan kaynaklanır, doğaldır.
Evet anladım...

Aslıhan Özen


Denizatı çok ilgi çekici geliyor bana. Hem tipleri ilginç hem yaşamları. Tek eşli yaşıyorlar. Tüm gün denizde gezinip akşam eşiyle bir araya gelince, sanki eve dönmüşler gibi birbirlerini selamlıyor, kur yapıyorlarmış. Doğumu erkeğin yapıyor olması ise iyice değişik. Bir video seyrettim, erkek doğum yaparken sanki kasılıyormuş gibi hareketler yaparak, milimetrik büyüklükte onlarca yavru doğuruyor. Sırtlarındaki küçük kanatlarla koca okyanusta yüzüyorlar. Bence bizim bilmediğimiz şeyler biliyorlar. Konuşamadıkları için duyamıyoruz.

Aslıhan Özen

Çocuklarımızı korumak adına onları sınırlayıp, ne yapıp ne yapmayacaklarını söyleyeceğimize, desek ki "Nerede mutluysan orada ol. İhtiyacın olduğunda buradayım, bunu bil..."

Aslıhan Özen