26 Kasım 2012 Pazartesi

Delirme Zamanı

Geçmeyeceksin karşısına bazı şeylerin. Mesela denizin karşına geçip ufku seyredebilirsin. Güneşin karşısına geçip, o dünyanın bir diğer tarafına doğmak üzere giderken gözlerini renkleri ile doldurabilirsin. Eğer kendi iyiliğini istiyorsan bazı şeylerin karşısına geçmeyeceksin. Dramsız yaşayabilecek kadar geriye dönebildiysen, yanında olacaksın zamansız ve koşulsuz. Hep devam edeceksin, hep akacaksın, hep çoğalacaksın, oydu buydu demeyeceksin.


Seveceksin.
Ama nasıl biliyor musun?
Tüm hücrelerin tek tek titreşene kadar
Saçlarının her bir kökü parıldayarak,
Nefesin boğazından bir rüzgârın bahçelerde esmesi kadar rahat süzülene kadar
Çetele tutmadan
Sadece seveceksin
Sadece.

Aslıhan Özen

24 Kasım 2012 Cumartesi

İnsan Deyip Geçme

Ağacın en tepesindeki yaprak hiçbir zaman alttaki yaprakları küçümsemez.

Hiçbir çiçek diğer çiçeklerle kendini kıyaslayıp güzelleşmez veya çirkinleşmez.
Kuşların birbirilerini aşağıladıkları hiç görülmemiştir.
Hiçbir deniz diğer denizle gücünü karşılaştırmaz.
Hiçbir balığın aklında başka bir balığa olan kini barınmaz.
Ve hiçbir kar tanesi bir diğerine, tıpkı kendisi gibi olması gerektiğini,
Kendisine benzemeyenin yanlış olduğunu söylemez.
Doğa tanrısallığın ifadesi olarak dünyada tüm çeşitliliği ile dengede yaşar.
Biz insanlarsa,
Yargılarız, aşağılarız, büyükleniriz, ayırırız, kıskanırız, sahipleniriz, bölüşemeyiz, öç alırız,
Kendimizi doğrulamak için tek tip yaşam ve tek tip insan isteriz.
Tanrı’nın adıyla bölücülük yaparız.
Dinleri savunur, kitaplarla kanıt sunarız.
Enteresan olan şudur ki;
Dünyadaki en huzursuz canlı insanken
Yine de ışığı dünyaya ve evrene çeken,
Kendi aslına yolculuk yaparak tüm dengeleri değiştiren yine insandır.

Aslıhan Özen

23 Kasım 2012 Cuma

Sabah mırıltısı

Müzik ve yazmak hayatımı kurtarıyor.
Ayarlarımı fabrika ayarlarına döndürüyor.
Kendimi daha iyi anlıyorum.
Kendimi anladıkça da kendi hapishanesinden kaçan bir tutsak gibi özgürleşiyorum, seviniyorum.
Sanki deniz hemen önümdeymiş de hiç bakmamışım
Veya gökyüzü tepemdeymiş de hiç kafamı kaldırmamışım
Sanki dünyayı gözlerim ilk defa görüyormuş gibi ferahlıyorum.
Müzik ve yazmak beni bana geri veriyor.

Aslıhan Özen

21 Kasım 2012 Çarşamba

Tohum

Beni önce usulca içine alıp, daha sonra tekrar doğuracak toprağın altında geçirdiğim zaman süresince yağan yağmurlarla büyüdüm. Henüz dışarı çıkmamış olmama rağmen toprağın ısısından gece mi gündüz mü ayırt edebiliyordum. Gece de gündüz de benim için bir daha aynısını görmeyeceğim bir rüya kadar güzeldi. Sürekli büyüyordum. Büyüdükçe sırtımda toprağın nemini hissetmeye başladım. Gün geçtikçe başım, ana rahminden çıkmak isteyen bir çocuk gibi toprağı zorlamaya başladı. Bir sabah güneş doğup toprak sıcakken, bedenim tüm gücüyle toprağı itti. Ve başımı dışarıya çıkarttım. Üzerimde doğumuma sebep olan toprağın izleri vardı. Köklerim ise az derinde kendine tutunacak yer bulmuştu. Körpe bedenim üzerindeki başım toprağa dönük doğruldum ve gün ışığını ilk defa o gün gördüm. Etrafta envay çeşit koku vardı ama bir tanesi çok baskındı. Bu ılgın ağacının pembe çiçeklerinin kokusuydu. İşte o zaman bir ılgın ağacının hemen altında yeşerdiğimi anladım.


Etrafta neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, yaşlıca bir adamla genç bir delikanlı beni ezmeden yanımdan geçip ağacın altına, yere oturdular. Delikanlın başı benim gibi öndeydi. Suçluymuşçasına bir havası vardı. Yaşlı adam daha rahat görünüyordu ama biraz sinirli gibiydi. Sesini ayarlamaya çalışarak konuşmasından bunu anlayabiliyordum. Dedi ki: “Evlat, sen bir tarafsın. Tarafsın derken, kimseye karşı değilsin ama sen bir tarafsın. Sen Tanrı’nın tarafındasın. Yürüdüğün yola sen ihanet edersen, yollar seni nasıl beslesin, büyütsün? Seni nasıl taşısın aydınlığa? Nasıl güvensin sana? Ya sen nasıl güveneceksin kendine? Bu işin buçuğu olmaz. Ayrıca buna mecbur da değilsin. İster yap, ister yapma ama kıvırıp durma.” Bunu söyledikten sonra cebinden filtresiz bir sigara çıkarttı, yaktı. Delikanlı suçunu bilir gibi başını öne eğmiş, el parmaklarını eğip büküyordu. Belli ki zor durumdaydı. Yaşlı adam sesini biraz daha sertleştirerek “Anladın mı söylediğimi, ses etsene!” dedi. Delikanlı o zaman ilk defa konuştu. “Evet anladım. Ama ben de bir insanım en nihayetinde, bazen hata yapabilirim.” Yaşlı adam bir elini toprağa dayadı, burnunu delikanlının kulağına sokana kadar ona yaklaştı. Nefesi boynuna ulaşınca delikanlı olduğu yerde omuzlarını korkuyla içeri doğru çekti. Yaşlı adam dişlerini sıkarak, “Ulan deyyus! Hata dediğin yanlışlıkla yapılır. Bile bile yaptığına hata değil ibnelik denir!” Bu sözden sonra ikisinden de bir daha ses çıkmadı. Delikanlı söyleneni anlamış olmalıydı ki sessizce başını salladı. Az sonra da kalkıp gittiler.

Onların gitmesiyle etraf tekrar sessizliğe gömüldü. An be an doğrulan başım topraktan milim milim ayrılırken insanların dünyadaki hallerini düşünmeye başladım. Onlar da, ben de, şu ılgın ağacı da, onun üzerinde şakıyan kuş da dünyaya Tanrı için gelmişken, o yoldan ayrılmaya, bataklıkta çürümeye ne gerek var? Tohumsan yeşereceksin. Ağaçsan gölgeni, yemişlerini, yapraklarını sunacaksın yaşama. Göklerde uçan bir kuşsan şarkını söyleyeceksin.
Ve eğer insansan, dünyada yaşarken kendi aslını bileceksin. Bu yolun ve yolculuğun kıymetini bileceksin. Kendine ihanet etmeyerek yoluna ihanet etmeyeceksin. Sevmeyi bileceksin ve seveceksin. Seçimlerin kendine veya dünyaya zarar vermeyecek. İçinden çıktığın bataklığa tekrar girmeyeceksin. Kör bir insan yolda yürürken yanlışlıkla bataklığa girebilir ama gören ve bilen insan göz göre göre bataklığa, hem de içinden çıktığı aynı bataklığa giriyorsa, işte o zaman bu hata değildir. Bu bataklık sevdasıdır. Ve bir insanın içinde hem bataklık hem aydınlık aynı anda yeşermez.

Aslıhan Özen

19 Kasım 2012 Pazartesi

Tek bir ihanet var, o da insanın kendine ihanet etmesi. Bundan ötesi gelir geçer dünya halleri.

Aslıhan Özen

16 Kasım 2012 Cuma

Gölge

O, kendisinin ağaç olduğunu bilir.
Dallarının üzerindeki her bir yaprağın farkındadır. Her bir yemişin de.
Yaprakları rüzgarda salınırken üzerine konan kuşları bilir.
Karga da konsa, bülbül de konsa onun için aynıdır.

Köklerinin toprağın derinliklerinden suyu içişini hisseder her daim.
Bedeninden taşır, en tepedeki körpe yaprağına kadar ulaştırır.
Bunu yapanın kendisi olmadığını bilir.

O nerden geldiğini bilir.
Ona bu yaşamı sunan büyüklüğün karşısında küçülmez ama böbürlenmez de.
Aynı olmadığını bilir ama hiyerarşik bir fark gözetmez, kendi değerini küçültmez.
Kendi değerini büyütüp olmadık yerlere de gitmez.

Gölgesinde dinlenmeye gelenlere karşı cömerttir.
Tüm yemişlerini bölüşür ama bunun hesabını yapmaz.
Tek bir yemişi de kalsa veya hiç kalmasa da aç kalmaktan korkmaz.
Çünkü o gerçeği bilir. 
O, bildiği o gerçeğin dünyadaki yansımasıdır.
Yoldan hiç bir zaman ayrılmaz.

Perdenin iki tarafını da bilir.
Eğer siz ona karşı saygısızlık ederseniz keyfi azalır.
Ama bunu siz bilmezsiniz.
Çünkü o müdahale etmez.

Gün gelip olur da o ağaca zarar verseniz bile, tekrar gölgesinde oturma şansınız vardır.
Ama bu onun unutkan olduğunu göstermez.
O sadece yargılamaz.
O öbür yanağını dönmenin ta kendisidir.

Onun bütünlüğünün atmosferinde yaralarınız iyileşir.
O gölgede oturmak bu dünya dönmeye başladı başlayalı bir insanın başına gelebilecek en güzel,
en sevgi dolu
en eşsiz şeydir.
Çünkü insana sadece gölgesini vermez,
İnsana kendi aslını hatırlatır
ve insan eğer isterse bunu alıp kendi gölgesini yaratır.

Aslıhan Özen