18 Ekim 2012 Perşembe

Dünyadan evrene sesler

Sesler ne kadar güzel. Duyuyor olmamız canlı olmamızdan. Ne güzel.
Çaydanlığın sesi
Cama çarpan sineğin kanat sesi
Ucunda Fatma Teyze olan elektrikli süpürgenin sesi
Gece yarısı üst kattaki komşunun öksürüğü
Yeni tanıştığın birinin kendine has sesi ve vurgulamaları
Emmanuel Pahud'un çaldığı flütün sesi
Annem eve dönünce kapının açılma sesi
Lirik Nefesler'in bir arada çıkarttıkları sesler
Benim iç sesim
Hepsi yaşamın sesleri
Benim tatlı yaşantımın sesleri

Aslıhan Özen



Bir Çiçek

Bir varmış bir yokmuş. Aslında hep varmış da, bir varmış bir yokmuş gibi görünürmüş. Günlerden bir gün kız dağlarda gezinirken daha önce hiç görmediği bir çiçek görmüş. Çiçeği uzaktan görür görmez daha önce böyle bir çiçek görmediğini fark etmiş, adımlarını hızlandırıp hemen yanına varmış. Onu incitmeyeceği bir mesafede, yanına, toprağın üzerine oturmuş hemencecik. Güzelliğini seyre dalmış. Önce ince ama güçlü dalına bakmış. Topraktan aldığı suyun bedeninden yapraklarına çıkışını hissetmiş. Sonra yapraklarının rengine ve incecik dalının üzerinde kendine özgü güzelliğiyle duran başını seyretmiş. Ona konan arıları hayal etmiş. Bakışlarını aşağıya kaydırarak toprakla birleşen köklerine bakmış. Bütün gücüyle toprağı tutan köklerine. Tam dalmış çiçeği seyrederken arkasından bir ses gelmiş, “Yere oturma üstün kirlenir.” Kız bakışlarını çiçekten ayırmadan hafifçe başını sağa çevirmiş. Ardından hiç aldırış etmeden tekrar çiçeğe dönmüş. Sözü söyleyen kişi yanından geçip gitmiş. Kız etraftaki diğer çiçeklere bakmış. Hepsi aynı gibi görünen ama aslında birbirinin eşi olmayan çiçeklere. İçinden “Tıpkı biz insanların parmak izi gibi…” Diye geçirmiş. Demin ona söz söyleyen kişi ileriden dönüp kıza bakmış. Sesini yükselterek bağırmış. “Sana söylüyorum! Üşüyeceksin. Küçük bir çocuk gibi ne oturmuş çiçeğe bakıyorsun.” Kız bu sefer söyleneni duymayacak derecede algısını kapatmış. O sırada dağda hafif bir rüzgâr esmiş. Rüzgârın sesi ağaçlara, otlara, tüm bitkilere değerek bir şarkı mırıldanmış. Kız rüzgârın şarksını dinlemiş.


Bir zaman sonra ileriden çoban ve sürüsü görünmüş. Koyunlar çan sesleri arasında otluyormuş. Çoban şöyle bir koyunlarına bakmış. Saymış. Kıza doğru yaklaşmış. Kız ve çoban birbirlerine bakarak gülümsemişler. Çoban hiç ses etmeden yere çökmüş, o da çiçeğe bakmaya başlamış. Bir müddet sonra kız derin bir iç çekerek ayağa kalmış. Tam yol almış giderken çoban seslenmiş, “Çiçeğin dilini anlayan bir insan, korkunun olmadığını bilir. Korkunun olmadığını bildiğini bil küçük kız.” Kız bu söz üzerine bir an durmuş. Ayakları tıpkı o çiçek gibi toprağa kök salmış. Toprağın ona sunduklarını bedenine çekmiş. Bir rüzgâr esip saçlarını hafifçe kımıldatmış. İki elini göğsünün üzerinde birleştirip, hafifçe öne eğilip çobanı selamlamış. Ardına dönüp yola devam ettiğinde o artık bir an önceki kişi değilmiş. 


Aslıhan Özen

11 Ekim 2012 Perşembe

Tohum

Madem yaşam özgürce resmedeyim diye bana sunulmuş bir tuval,
Madem sonsuz ve sonsuz sevilerek her gün bir kez daha doğuyorum,
Madem istediğimi düşleyebiliyorum,
Madem yaşam benim tarlam ne istersem ekebileceğim
O zaman Tanrım, senin sonsuz sevgini tatmayı ekiyorum
ve senin sevginle suluyorum o tohumu.

Aslıhan Özen




4 Ekim 2012 Perşembe

İyi hoca



Almaya çalıştığın şeyin adı bir cevap değil. 
Değerli misin, değil misin onun araştırmasını başka insanların üzerinden yapıyorsun. 
Eğer karşındaki iyi bir hocaysa bunu sana vermeyecektir. 
Çünkü O, senin uyuşturucuyla uyumanı değil, bir idrakle uyanık olmanı tercih eder.

Aslıhan Özen
Olduğunu sanman, olmadığının işareti.
Çünkü olan oldum demez.
Kapattığın bir çukurun üzerinden geçerken "Burada bir çukur vardı, ben de kapattım," demediğin gün
Ancak o gün o yol senin için dümdüzdür.

Aslıhan Özen

Pusula

Eğer ne yaşayacağımızı önceden bilseydik, yaşam denen oyun olmazdı. Tıpkı saklambaç oynarken nereye saklandığımızı ebe bilseydi saklanmamıze gerek kalmayacağı gibi. O zaman oyun bozulurdu, olmazdı.

Yine de biz dünya gezegenine inmeyi seçince, Tanrı hepimizin kalbine bir pusula yerleştirdi. Bu pusula aslında çocukluğumuzda çok net bildiğimiz ama büyüdükçe unuttuğumuz araçlardan sadece bir tanesidir. Büyürken bozulup, daha sonra eğer seçersek başa dönme yolculuğumuzda o pusulayı tekrar hisseder oluruz. O pusula "İçimden bir ses dedi ki..." diye başlayan cümledir bazen. Bazense hiç sebebini bilmediğimiz halde direksiyonu kırdığımız diğer taraftır.

İçimizdeki ses bazen sosyal ilişkilerden haberler verir, bazen de bize sadece kendimizle ilgili bilgi verir. Ben o bilgiyi okumayı seviyorum. Ama bunun için insanın kendine dürüst olması ve pusulasının hep Tanrı'yı - Sevgi'yi göstermesi gerekiyor. Yoksa okuduğumuzu sandığımız şey bizi aslında yolun kenarına atıyor ve bunu da görebilmek için yine kendimize dürüst olmamız gerekiyor. Neyse... Benim pusulam bugün bana bir şeyler diyor. Kafa karışıklığı okumaya engel, berrak olmak lazım. O yüzden ancak gecenin bu zamanı biraz daha seçebilir oldum onu. Şuna benzer şeyler diyor: "Al sana bir sürü fırça. Renkler de sonsuz sayıda. Elindeki palete kendinle ilgili ne çizmek istersin?" Kişiye özel bir cevap olduğu için buraya yazmak istemiyorum. Pusulam öyle dedi. Cevap kalbimde, Tanrı'yla, yani en yakın dostumla benim aramda.

Aslıhan Özen


2 Ekim 2012 Salı

Biliyorum. Öyleyse var mıyım, yok muyum mesele değil.

Aslıhan Özen