21 Kasım 2012 Çarşamba

Tohum

Beni önce usulca içine alıp, daha sonra tekrar doğuracak toprağın altında geçirdiğim zaman süresince yağan yağmurlarla büyüdüm. Henüz dışarı çıkmamış olmama rağmen toprağın ısısından gece mi gündüz mü ayırt edebiliyordum. Gece de gündüz de benim için bir daha aynısını görmeyeceğim bir rüya kadar güzeldi. Sürekli büyüyordum. Büyüdükçe sırtımda toprağın nemini hissetmeye başladım. Gün geçtikçe başım, ana rahminden çıkmak isteyen bir çocuk gibi toprağı zorlamaya başladı. Bir sabah güneş doğup toprak sıcakken, bedenim tüm gücüyle toprağı itti. Ve başımı dışarıya çıkarttım. Üzerimde doğumuma sebep olan toprağın izleri vardı. Köklerim ise az derinde kendine tutunacak yer bulmuştu. Körpe bedenim üzerindeki başım toprağa dönük doğruldum ve gün ışığını ilk defa o gün gördüm. Etrafta envay çeşit koku vardı ama bir tanesi çok baskındı. Bu ılgın ağacının pembe çiçeklerinin kokusuydu. İşte o zaman bir ılgın ağacının hemen altında yeşerdiğimi anladım.


Etrafta neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, yaşlıca bir adamla genç bir delikanlı beni ezmeden yanımdan geçip ağacın altına, yere oturdular. Delikanlın başı benim gibi öndeydi. Suçluymuşçasına bir havası vardı. Yaşlı adam daha rahat görünüyordu ama biraz sinirli gibiydi. Sesini ayarlamaya çalışarak konuşmasından bunu anlayabiliyordum. Dedi ki: “Evlat, sen bir tarafsın. Tarafsın derken, kimseye karşı değilsin ama sen bir tarafsın. Sen Tanrı’nın tarafındasın. Yürüdüğün yola sen ihanet edersen, yollar seni nasıl beslesin, büyütsün? Seni nasıl taşısın aydınlığa? Nasıl güvensin sana? Ya sen nasıl güveneceksin kendine? Bu işin buçuğu olmaz. Ayrıca buna mecbur da değilsin. İster yap, ister yapma ama kıvırıp durma.” Bunu söyledikten sonra cebinden filtresiz bir sigara çıkarttı, yaktı. Delikanlı suçunu bilir gibi başını öne eğmiş, el parmaklarını eğip büküyordu. Belli ki zor durumdaydı. Yaşlı adam sesini biraz daha sertleştirerek “Anladın mı söylediğimi, ses etsene!” dedi. Delikanlı o zaman ilk defa konuştu. “Evet anladım. Ama ben de bir insanım en nihayetinde, bazen hata yapabilirim.” Yaşlı adam bir elini toprağa dayadı, burnunu delikanlının kulağına sokana kadar ona yaklaştı. Nefesi boynuna ulaşınca delikanlı olduğu yerde omuzlarını korkuyla içeri doğru çekti. Yaşlı adam dişlerini sıkarak, “Ulan deyyus! Hata dediğin yanlışlıkla yapılır. Bile bile yaptığına hata değil ibnelik denir!” Bu sözden sonra ikisinden de bir daha ses çıkmadı. Delikanlı söyleneni anlamış olmalıydı ki sessizce başını salladı. Az sonra da kalkıp gittiler.

Onların gitmesiyle etraf tekrar sessizliğe gömüldü. An be an doğrulan başım topraktan milim milim ayrılırken insanların dünyadaki hallerini düşünmeye başladım. Onlar da, ben de, şu ılgın ağacı da, onun üzerinde şakıyan kuş da dünyaya Tanrı için gelmişken, o yoldan ayrılmaya, bataklıkta çürümeye ne gerek var? Tohumsan yeşereceksin. Ağaçsan gölgeni, yemişlerini, yapraklarını sunacaksın yaşama. Göklerde uçan bir kuşsan şarkını söyleyeceksin.
Ve eğer insansan, dünyada yaşarken kendi aslını bileceksin. Bu yolun ve yolculuğun kıymetini bileceksin. Kendine ihanet etmeyerek yoluna ihanet etmeyeceksin. Sevmeyi bileceksin ve seveceksin. Seçimlerin kendine veya dünyaya zarar vermeyecek. İçinden çıktığın bataklığa tekrar girmeyeceksin. Kör bir insan yolda yürürken yanlışlıkla bataklığa girebilir ama gören ve bilen insan göz göre göre bataklığa, hem de içinden çıktığı aynı bataklığa giriyorsa, işte o zaman bu hata değildir. Bu bataklık sevdasıdır. Ve bir insanın içinde hem bataklık hem aydınlık aynı anda yeşermez.

Aslıhan Özen

2 yorum: