16 Ağustos 2012 Perşembe

Arap saçı


Bazen yaşam o kadar birbirine girer ki, kıvırcık saçlarını yıllarca taramamış bir kızın saçı gibi düğümlenir. Bir iki debelenirsin ha çözdüm ha çözeceğim diye, bir de bakarsın ki çözmek ne kelime gitgide düğüm olmuşsun. Bir sürü şey bildiğin halde o düğüm büyür büyür, saçlardan kalkar boğazına düğümlenir. Ha yuttum ha yutacağım derken, bir bakarsın düğüm kaybolacağına daha da büyümüş. Oradan midene gider. Zamansız mideni ayağa kaldırır.  Gözlerinin gördüğü yer artık karşı komşunun camı değil, tuvaletin deliğidir. Tüm düğümleri kusarsın oraya. Bedeninin yorgunluğu ruhunun yorgunluğunu örter bir süreliğine. Midenin boşluğuyla ruhunun dinginliğini eş tutarsın kısa bir süreliğine de olsa.

İçtiğin sigaralar dişlerini ince ince sızlatır. Tedirginliğini diş fırçasına bırakırsın. Tımarlar gibi dişlerini fırçalarsın sanki ruhun temizlenecekmiş gibi. Her şey saniyelerle olur. Düğümler çoğalır, çoğalır… Bildiğin halde acıya meğillendiğini perdeyi sıyıramazsın. İnsan olma ezberin güçlüdür. Tanrı’ya dua eder, yardım istersin. Yine bir açıklık, yine bir aydınlık görür sonra yine karanlığa düşersin. Bu öyle tuhaftır ki, yılların şoförüsün ama yolda hep çukura düşüyorsun gibidir. Ha gayret bir daha yola çıkarsın “Lan ben manyak mıyım. Düşmeyeceğim işte bu çukura” dersin hopp tekrar düşersin. Çukura her düşüşünde elin kolun çizilir, kafanı direksiyona çarparsın. Kan saçlarını birbirine yapıştırarak kurur, aynaya bakmazsan görmezsin alnında kırmızı bir yol olur. Gözyaşların büyük bir villanın bahçesini sulayacak kadar akar. Bahçeler yeşerir, gönlün aydınlanmaz. Aydınlanamaz. Kendini kurban eden bir cellatsındır böyle zamanlarda. Ölen de sensin öldüren de.

Çaresizlik iyice dibe yapıştırınca artık anlarsın, olmuyor. Yaptığın her şey yanlış. Düğümleri çözemiyorsun. Bundan emin olursun. Çö ze mi yor sun. O zaman şöyle bir arkana yaslanırsın işte. “Hele bir oturayım” dersin kendine. Artık hasta da sensin hemşire de. Hemşire der ki, “Sen bir kayıksın akıntıda debelenen. Yorgunsun. Biraz uzan. Korkma uzan hadi.” Uzanırsın düğüm boğazında. Akıntı yavaşça seni sallar. Hoşgörülü ve naziktir akıntı. Güneş batar, ay çıkar. Güneş doğar yıldızlar saklanır. Gökyüzü köşe kapmaca oynarken sen kayıkta uzanır seyredersin. Yorgunluk etine kemiğine işlemiştir. Biraz dinlenmek… Biraz toparlanmak lazımdır artık. Yattığın kayıkta aklın kayınca düğümlere, hemşire ortaya çıkıverir tekrar. Der ki; “Çözümü göremiyorsun henüz. Bazı şeyler biliyorsun evet ama çözmene yetmiyor. O çözmeye niyetlendiğin şey öyle büyük bir ezber ki, bildiklerinden daha güçlü. Hele bir dinlen. Bak rüzgara, ağaçlara, kuşların gagasına, nehrin akıntısına. Dinlen… Çözmeye çalışma. İnsan elindekini arar mı hiç?”

Aslıhan Özen

1 yorum: