29 Mart 2015 Pazar

İnsanlar bazen bana dönüp şöyle diyorlar: “İşte istediğim hayatı yaşayan birisi.” Neden? Diye soruyorum. Benzer cevaplar veriyorlar. “İstediğin işi yapıyorsun, mutlusun. Benim gibi her sabah işe gitmek zorunda değilsin. Toplumun dayatmalarına boyun eğmemişsin. Fakat bizler istemesek de bunlara uymak zorunda kalıyoruz.”

Bana göre bu istekleri Ferhat’ın Şirin’e, Leyla’nın Mecnun’a aşkı gibi. Onlar kavuşamadıkça aşıklar, elde edemedikçe kıymetli başka yaşamlar.

Onlara birkaç günlüğüne kendi hayatımı verebileceğimi, var olan hayatlarına da hiçbir şey kaybetmeden geri dönebileceklerini garantilesem, başlangıçta isterler. Ama üç güne kalmadan koşarak eski hayatlarına dönmeyi tercih ederler. Uzaktan davulun sesi hoş gelir. Aslında davulun sesi yakından da hoştur ama insanın kendi alışık olduğu sistemin dışına çıkması, dayatılmış kurallara, varlığının sesini dinleyerek karşılık vermesi zor gelir. Oysa bir insanın yapabileceği şeyler yapıyorum. Gece herkes uyurken aya gidip, biraz dünyaya bakıp geri dönmüyorum.


Onlar bana böyle bakarken, bir de ben kendime bakıyorum. Belki de haklılar diyorum. Sabah yağmur ağaçların yapraklarına nazikçe dokunurken, kuşların ötüşünü dinliyorum. Bir serçe çam ağacının en üstüne kanatlarını açıp uçabilecekken, şakacı bir biçimde hep bir dal yukarıya zıplayarak ağacın en tepesine çıkışını seyrediyorum. Güvercinler çatıya doğru uçarken, onların benim bedenimden geçip gittiklerini hayal ediyorum. Güneş batarken camdan sarkıp renklerine bakıyorum. Gece bardan çıkar çıkmaz ilk iş ayın nerede olduğunu arıyorum. Gece bu yazıyı yazarken içimden bir sürü şey geçiriyorum sessizce. Güzel bir müzik dinliyorum. Onları bilmem. Kendimi bilirim. Belki de diyorum… Belki de… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder