Bazen yaşam o kadar birbirine
girer ki, kıvırcık saçlarını yıllarca taramamış bir kızın saçı gibi düğümlenir.
Bir iki debelenirsin ha çözdüm ha çözeceğim diye, bir de bakarsın ki çözmek ne
kelime gitgide düğüm olmuşsun. Bir sürü şey bildiğin halde o düğüm büyür büyür,
saçlardan kalkar boğazına düğümlenir. Ha yuttum ha yutacağım derken, bir
bakarsın düğüm kaybolacağına daha da büyümüş. Oradan midene gider. Zamansız
mideni ayağa kaldırır. Gözlerinin
gördüğü yer artık karşı komşunun camı değil, tuvaletin deliğidir. Tüm düğümleri
kusarsın oraya. Bedeninin yorgunluğu ruhunun yorgunluğunu örter bir süreliğine.
Midenin boşluğuyla ruhunun dinginliğini eş tutarsın kısa bir süreliğine de
olsa.
İçtiğin sigaralar dişlerini ince
ince sızlatır. Tedirginliğini diş fırçasına bırakırsın. Tımarlar gibi dişlerini
fırçalarsın sanki ruhun temizlenecekmiş gibi. Her şey saniyelerle olur.
Düğümler çoğalır, çoğalır… Bildiğin halde acıya meğillendiğini perdeyi
sıyıramazsın. İnsan olma ezberin güçlüdür. Tanrı’ya dua eder, yardım istersin.
Yine bir açıklık, yine bir aydınlık görür sonra yine karanlığa düşersin. Bu
öyle tuhaftır ki, yılların şoförüsün ama yolda hep çukura düşüyorsun gibidir.
Ha gayret bir daha yola çıkarsın “Lan ben manyak mıyım. Düşmeyeceğim işte bu
çukura” dersin hopp tekrar düşersin. Çukura her düşüşünde elin kolun çizilir,
kafanı direksiyona çarparsın. Kan saçlarını birbirine yapıştırarak kurur,
aynaya bakmazsan görmezsin alnında kırmızı bir yol olur. Gözyaşların büyük bir
villanın bahçesini sulayacak kadar akar. Bahçeler yeşerir, gönlün aydınlanmaz.
Aydınlanamaz. Kendini kurban eden bir cellatsındır böyle zamanlarda. Ölen de
sensin öldüren de.
Çaresizlik iyice dibe
yapıştırınca artık anlarsın, olmuyor. Yaptığın her şey yanlış. Düğümleri
çözemiyorsun. Bundan emin olursun. Çö ze mi yor sun. O zaman şöyle bir arkana
yaslanırsın işte. “Hele bir oturayım” dersin kendine. Artık hasta da sensin
hemşire de. Hemşire der ki, “Sen bir kayıksın akıntıda debelenen. Yorgunsun.
Biraz uzan. Korkma uzan hadi.” Uzanırsın düğüm boğazında. Akıntı yavaşça seni
sallar. Hoşgörülü ve naziktir akıntı. Güneş batar, ay çıkar. Güneş doğar
yıldızlar saklanır. Gökyüzü köşe kapmaca oynarken sen kayıkta uzanır
seyredersin. Yorgunluk etine kemiğine işlemiştir. Biraz dinlenmek… Biraz
toparlanmak lazımdır artık. Yattığın kayıkta aklın kayınca düğümlere, hemşire
ortaya çıkıverir tekrar. Der ki; “Çözümü göremiyorsun henüz. Bazı şeyler
biliyorsun evet ama çözmene yetmiyor. O çözmeye niyetlendiğin şey öyle büyük
bir ezber ki, bildiklerinden daha güçlü. Hele bir dinlen. Bak rüzgara,
ağaçlara, kuşların gagasına, nehrin akıntısına. Dinlen… Çözmeye çalışma. İnsan
elindekini arar mı hiç?”
Aslıhan Özen
Aslıhan Özen
çok güzel olmuş-mb
YanıtlaSil