Mecazi yaraları vücudunu sarmış
bir adam, dizlerinin üzerine yere düştüğünde etrafı bomboştu. Bir elini
göğsüne, yarasının üzerine götürdü. Başını yere eğdi iyice. Gözleri susuzluktan
çatlamış toprağı gördü. Kapadı gözlerini. Acısını dindirmek ister gibi elini
biraz daha güçle bastırdı yarasına. Kımıldayacak dermanı kalmamıştı. Alnından
damlayan birkaç damla ter düşüp, toprağın çatlağından sızdı. Kayboldu. Başını
kaldırıp yola baktı. İsteği yoktu artık yürümek için.
Yorgundu konacak bir dal
bulamayıp gökyüzünde hep uçmak zorunda kalmış bir kuş gibi.
Sırtındaki yükü indiren olmamış
bir eşek gibi yorgundu.
Balını çiçekten toplamış da
kardeşleri tarafından kovandan sürülmüş bir arı gibi doluydu, yükü ağırdı.
Durdu öylece orada. Hep burada
duramayacağını biliyordu. Halsiz bacaklarının üzerine doğruldu. Gözünün önüne
ölmek üzere olan bir ceylan geldi. Kalktı…
“Böyle olmaz, devam etmem lazım”
dedi kurumuş dudakları isteksiz. Uçsuz bucaksız düzlükte yürümeye başladı.
Dağların yücesine çıktı. İyiyim
artık, dediği an yine elini göğsüne götürdü acıyla.
Okyanus kıyılarına ulaştı.
Manzarayı gören gözleri acısını unutunca düzeldim sandı. Beklemediği bir anda
yine acıyla kıvranınca yıkıldı.
Şehre indi, kalabalıklara girdi.
Olmadı.
Mağaralara gizlendi. Olmadı.
Ne yapsa olmadı. Yarası hep
açıldı hep açıldı.
En sonunda buna gerçekten bir
çözüm bulmak dileği ile bir ormana girdi.
Kendi yaralarını saracak kişinin
ancak kendisi olduğunu bilecek kadar yaşamıştı hayatta.
Çok derin diplerden gelmişti bugününe.
Şifa için bakacağı ilk yerin
kendisi olduğunu biliyordu.
Baktı…
Ormanın kuytu karanlıklarında
gördüğü şey kendine kızgınlıktı.
İyi de neden? Dedi
Cevap gecikmedi: Hala bu halde
olduğum için, zayıf olduğum, kendime yetmediğim için.
Şifaya ulaşmak için gerçeğe temas
etmesi gerektiğini biliyordu. İlacının kendini sevmekte olduğunu biliyordu. Bunu
hatırlamasıyla birlikte gözündeki bir perde kalktı, ormanı daha net gördü. Omuriliğinden
aşağıya bir gevşeme hissi yayıldı. Derin bir nefes aldı… Verdi…
Yanındaki ağacın altında duran
yosuna uzandı. Aldı. Göğsüne yarasının üzerine koydu. Yosunun canlılığı
yarasına temas edince yaşamı hatırladı bedeni. Bir müddet öylece durduktan
sonra yosunu dudaklarına yaklaştırıp fısıldayarak teşekkür etti. Ağacın altına bırakıp yürümeye devam etti. İnsanın kendi aslını bilmesi için yaşadığı bu gezegende, bunu henüz
tam olarak bilemediği için kendini affetti. Bunun üzerine kendinde bu yarayı
açması için katalizör olarak kullandığı kişiyi hayal etti. Onu bir masanın
başında otururken gördü. İyiydi. Devam edebilen birisiydi o. Akışkandı. Onda
bir sorun yoktu. Sorun kendisindeydi. Zaten bildiği bu dersini aldı, ezber
etti.
İçindeki boşluğu gördü. O
değersizliği, o yokluğu, o kocaman boşluğu. Ağlayası geldi, erkekliğine
yediremedi gözyaşlarını tuttu. Bomboştu ve bu boşlukla yaşayamıyordu. Artık
buna hiçbir yosun, hiçbir insan, hiçbir uyuşturucu iyi gelmezdi. Orası açıktı
ve o açıklığa konacak tek bir şey vardı, insanın kendisi. Tanrı’nın sevgisinden
kaynaklanan insanın kendine olan sevgiydi. Bunları düşünmesiyle o kendine
yediremediği, akıtmaktan vazgeçtiği gözyaşları döküldü.
Kendini o kadar az hissediyordu
ki nasıl koyacaktı o boşluğa.
Elinde ekmek olmayan birisi
kuşa nasıl yem atardı
Meyvesiz bir ağaç nasıl çocuklara
şenlik olurdu.
Sevgisi olmayan bir insan nasıl
kendine sevgi verirdi…
Ormanın derinliklerinde bir kuş
öttü uzun uzun. Kuşu görmedi ama hayalinde uzun kuyruklu, irice mavi siyah bir
kuş canlandı. Kuşun gözlerinin keskinliğini gördü. Tüylerinin güneşte
parlayışı sanki kuşu görmüş gibi hayalinde canlandı. “Kuşu hayal
edebiliyorsam, kendim için de hayal kurabilirim” dedi. Bir hayal kurdu…
Dünyada yaşıyordu ama dünyanın
adamı değildi.
Çevresinde insanlar vardı ama o
hiç birine muhtaç değildi.
Kendini öylesine sonsuzca
seviyordu ki ihtiyaçsızdı.
Kendiyle o kadar iyiydi ki kendi
bedeninde evinde gibiydi.
Öyle özgürdü ki kimseyi
sahiplenme isteği yoktu.
O adam
O gün o ormanda
Dünyaya eridi
Aslıhan Özen
Aslıhan Özen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder