23 Haziran 2012 Cumartesi

Hayal dostum, hayal kur


Mecazi yaraları vücudunu sarmış bir adam, dizlerinin üzerine yere düştüğünde etrafı bomboştu. Bir elini göğsüne, yarasının üzerine götürdü. Başını yere eğdi iyice. Gözleri susuzluktan çatlamış toprağı gördü. Kapadı gözlerini. Acısını dindirmek ister gibi elini biraz daha güçle bastırdı yarasına. Kımıldayacak dermanı kalmamıştı. Alnından damlayan birkaç damla ter düşüp, toprağın çatlağından sızdı. Kayboldu. Başını kaldırıp yola baktı. İsteği yoktu artık yürümek için.

Yorgundu konacak bir dal bulamayıp gökyüzünde hep uçmak zorunda kalmış bir kuş gibi.
Sırtındaki yükü indiren olmamış bir eşek gibi yorgundu.
Balını çiçekten toplamış da kardeşleri tarafından kovandan sürülmüş bir arı gibi doluydu, yükü ağırdı.

Durdu öylece orada. Hep burada duramayacağını biliyordu. Halsiz bacaklarının üzerine doğruldu. Gözünün önüne ölmek üzere olan bir ceylan geldi. Kalktı…

“Böyle olmaz, devam etmem lazım” dedi kurumuş dudakları isteksiz. Uçsuz bucaksız düzlükte yürümeye başladı.

Dağların yücesine çıktı. İyiyim artık, dediği an yine elini göğsüne götürdü acıyla.
Okyanus kıyılarına ulaştı. Manzarayı gören gözleri acısını unutunca düzeldim sandı. Beklemediği bir anda yine acıyla kıvranınca yıkıldı.
Şehre indi, kalabalıklara girdi. Olmadı.
Mağaralara gizlendi. Olmadı.
Ne yapsa olmadı. Yarası hep açıldı hep açıldı.

En sonunda buna gerçekten bir çözüm bulmak dileği ile bir ormana girdi.
Kendi yaralarını saracak kişinin ancak kendisi olduğunu bilecek kadar yaşamıştı hayatta.
Çok derin diplerden gelmişti bugününe.
Şifa için bakacağı ilk yerin kendisi olduğunu biliyordu.
Baktı…
Ormanın kuytu karanlıklarında gördüğü şey kendine kızgınlıktı.
İyi de neden? Dedi
Cevap gecikmedi: Hala bu halde olduğum için, zayıf olduğum, kendime yetmediğim için.

Şifaya ulaşmak için gerçeğe temas etmesi gerektiğini biliyordu. İlacının kendini sevmekte olduğunu biliyordu. Bunu hatırlamasıyla birlikte gözündeki bir perde kalktı, ormanı daha net gördü. Omuriliğinden aşağıya bir gevşeme hissi yayıldı. Derin bir nefes aldı… Verdi…

Yanındaki ağacın altında duran yosuna uzandı. Aldı. Göğsüne yarasının üzerine koydu. Yosunun canlılığı yarasına temas edince yaşamı hatırladı bedeni. Bir müddet öylece durduktan sonra yosunu dudaklarına yaklaştırıp fısıldayarak teşekkür etti. Ağacın altına bırakıp yürümeye devam etti. İnsanın kendi aslını bilmesi için yaşadığı bu gezegende, bunu henüz tam olarak bilemediği için kendini affetti. Bunun üzerine kendinde bu yarayı açması için katalizör olarak kullandığı kişiyi hayal etti. Onu bir masanın başında otururken gördü. İyiydi. Devam edebilen birisiydi o. Akışkandı. Onda bir sorun yoktu. Sorun kendisindeydi. Zaten bildiği bu dersini aldı, ezber etti.

İçindeki boşluğu gördü. O değersizliği, o yokluğu, o kocaman boşluğu. Ağlayası geldi, erkekliğine yediremedi gözyaşlarını tuttu. Bomboştu ve bu boşlukla yaşayamıyordu. Artık buna hiçbir yosun, hiçbir insan, hiçbir uyuşturucu iyi gelmezdi. Orası açıktı ve o açıklığa konacak tek bir şey vardı, insanın kendisi. Tanrı’nın sevgisinden kaynaklanan insanın kendine olan sevgiydi. Bunları düşünmesiyle o kendine yediremediği, akıtmaktan vazgeçtiği gözyaşları döküldü.

Kendini o kadar az hissediyordu ki nasıl koyacaktı o boşluğa.
Elinde ekmek olmayan birisi kuşa nasıl yem atardı
Meyvesiz bir ağaç nasıl çocuklara şenlik olurdu.
Sevgisi olmayan bir insan nasıl kendine sevgi verirdi…

Ormanın derinliklerinde bir kuş öttü uzun uzun. Kuşu görmedi ama hayalinde uzun kuyruklu, irice mavi siyah bir kuş canlandı. Kuşun gözlerinin keskinliğini gördü. Tüylerinin güneşte parlayışı sanki kuşu görmüş gibi hayalinde canlandı. “Kuşu hayal edebiliyorsam, kendim için de hayal kurabilirim” dedi. Bir hayal kurdu…

Dünyada yaşıyordu ama dünyanın adamı değildi.
Çevresinde insanlar vardı ama o hiç birine muhtaç değildi.
Kendini öylesine sonsuzca seviyordu ki ihtiyaçsızdı.
Kendiyle o kadar iyiydi ki kendi bedeninde evinde gibiydi.
Öyle özgürdü ki kimseyi sahiplenme isteği yoktu.

O adam
O gün o ormanda
Dünyaya eridi

Aslıhan Özen

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder